MeNü |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
*Ustam -4-
Her evde, bizim oralarda,
Sarı-mavi bir beşik, tahta…
En az on uşağı sallar her biri…
Küçük kızın elinde kobel,
Beşikte sallamaktır hevesi…
Ama annesinden sıra gelmez,
Birbiri ardına uşaklar beşiğe sığmaz…
Sofraya otururlar bir düzine,
Ekmek yoğrulmuş elle,
Ocakta pişmiş gürgenle…
Isıtır çocuğun içini,
Ama doldurmaz midesini…
Ustamın sofrasındayım sanki
“Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar”
Ustam soframızda açar gül pembe yanaklar…
Ana doğurur!
Aş olur, eş olur!
Ana kurda kuşa yem olur!
Ama hep dimdik ayakta durur!
Ser verir, sır vermez ana,
Zigana Geçidi gibi ana…
Erdir ana, mirdir ana!
Buzdan soğuk suyuna ermiş,
Azizdir, şereftir ana!
Elinde diken, yüzünde gül,
Ayağında nasır, yüreğinde gül,
Sırtında çayır, gözünde gül,
Toprağında bereket ekin,
Yanağında güldür ana…
Dağlardan vakur, güçlüdür ana…
Ustam diyorsun ya;
“Bir daha hangi ana doğurur bizi”
Şimdiki analar pek nazlı ustam…
27 Kasım–2006
Fatma Sancak
*Ustam -5-
Elleri toprak kokulu,
Nefesi demli çay buğulu…
Sakalı yaralıdır babamın,
Saçları ağulu…
Belinde işli ondörtlüsü,
Sıkar yalanın içyüzüne…
Onuru bakışlarının dili,
Merttir, serttir, adamdır…
Şerefi asla büktürmez belini…
Ustam bilirsin,
“Toplar dağların rüzgârını,
Dağıtır çocuklarına erken”
Ustam babam gurbetten döndü derken,
Kansere yenildi hemen…
Bir Çernobil faciası,
Babaları aldı annelerinden,
Çocukları zehirledi ana rahmindeyken!
Bazı dağlanır ayaklarım,
Asfalt çivi olur, anlarım!
Kurduna, kuşuna, suyuna,
Öyle özenirim, öyle hayranım…
Sabahlarının koynuna,
Yeşilinin bin bir tonuna,
Öyle özenirim, öyle hayranım…
Bazı buğulanır gözlerim,
Fotoğraflara dalar ağlarım…
Babamın kabri yapayalnızdır!
Bir şeher eriği yanı başında…
Üç günde bir geçer yolcusu…
İstanbul’a aşığım ama
Köyümün toprağı çeker canımı,
Ölürsem can kafesim babamın yanı…
Ustam diyorsun ya;
“Kirvem hallarımı aynen böyle yaz”
Yirmi yıl oldu, İstanbul’a sığamıyorum!
Burada hayat başka,
Bambaşka mevsimler ve yaz…
“kirvem hallarımı aynen böyle yaz”
27 Kasım–2006
Ahmed Arif Ustama saygıyla…
Fatma Sancak
*Ustam -6-
Parlak bakırdan güğümleri
Bellerinde kızların,
Suyu ocaklarına taşırlar…
Kazar toprağı kızlar,
Bellerler tel tel…
Ekini büyütsün diye,
Şımartırlar toprağı inceden…
Al yanaklı, ak gerdanlı,
Verimli toprak rengi saçları…
Dillerinde horon tutan türküler,
Şafakla başlar saltanatları,
Güneşe hükmeder emekleri…
Gece rüyalarında boy verir başakları…
Öykünmezler terlemekten,
Ter alın yazıları,
Kokar buram buram emeğin eli…
Ekimde süpürürler,
Meşenin yaprağını,
Kışın ineğe döşek,
Ezilmez süt veren memeleri…
Ustam dediğin gibi,
“Belki Elif, belki Ayşe,
Endamı kuytuda başak”
Ustam, masmavi gözlü,
Umudun resmine bak,
Emeğin aşkına bak…
“Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası”
Ustam, ben de senin kızlarındanım!
Çıraklığına atar yüreğim!
Çıraklığına adayım…
Baba bakışlım, köy kokuşlum…
Ustam, Ahmed Arifim…
28 Kasım 2006
Ahmed Arif Ustama saygıyla…
Fatma Sancak
Dev Aynasında Aşk
yalnızlık yalan, sensizlik yalan,
hatta gözlerin iki dağ arası derin uçurum,
yalan uçurumların,
ve dağların büyüklüğü...
yar dediğin;
'güzellğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa'
aşkın aldatışı, yalanıdır bize yari gösteren.
dev aynasında yari,
cüce aynasında kendimizi görüşümüz...
yalandır yarin öldüren bakışları,
aşkın öldürmek için bahanesi bu.
tozpembe değil hayat bilirim,
aşkın bir renk körlüğüdür,
kör eden bakışları.
bilirim tüm yalanları lakin,
bağlıdır zaafî ellerim.
bir elimde bıçak olsa da
kesmem bu tutsaklığın ipini.
ben aşkın yalanlarına gönüllü inanırım...
Fatma Sancak
Gülümsersin...
“Ne yazar,
Ne yazdırır…
Ellerimi saçlarıma yoldurur…”
Uzaktan gülümsersin…
Gözlerinde açılmamış çağların ışıltısı…
Kurulur içimde yıkılan kentler…
Güneş kıyamete dek söner…
Gözlerinde sihirli sözcükler,
Tomurcuğa dönüşür kurumuş güller…
Gözlerimde suladın çiçeklerini…
Senden bir bahar bıraktım,
Her gördüğümde…
Gülümsersin…
Yurdum gibi gözlerin…
Dört mevsim hasret estirirsin…
Dört yanına derya olurum senin,
İçimde yeşeren bir adasın,
Bu adanın tek halkı benim…
Uzaktan gülümsersin!
Uzak erir gülüşünün sırrında…
Yolları budar yumulan gözlerin,
Dağları süründürürsün ardında…
Gülümsersin…
Yanaklarından geçer ekvator…
Dişlerin Hindistan cevizi gibi,
Kokusu gelir buraya kadar…
Gözlerinden sarkar palmiye yaprakları…
Sen gülüşünde taşırsın soylu atları,
Gözlerinde dörtnala koşar vadiler…
Düşer koynuna uçsuz bucaksız bir kaçışın!
Gülümsersin…
Gülüşünde saklanır körebe oynayan çocuklar…
Bulamaz onları hiçbir arayan…
Onlar da kaybolmuştur farkında olmadan…
Gülümsersin…
Portakal Ağacı’ndaki Zeze güler ardından…
Çocuklar kahkahalara boğulur,
İştahla yerler yemeklerini…
Gülümsersin…
Farkında mısın gülüşünün ki;
Yırtar gözdeki perdeleri…
Açılır doğuştan körlerin gözleri…
Işığına dayanamaz karanlık,
Kovulur olduğun köyünden…
Gülüm, gülümsersin…
Gülüm-sersin…
28 Mart 2007-
Zeytin Lokum’u için…)
Fatma Sancak
İşte Gidiyorum Çeşm-i Siyahım
ıradıkça benden varlığın,
yollarını ömrüme kefen biçtin.
gidiyorum,yalnızlık ellerimden tutuyor...
keder sırtlan gibi üzerime atlıyor....
bildiğim ne varsa unutuyorum,
yol ıstıraptan bir derviş,
yepyeni acılar öğreniyorum
sen gidiyorsun, ben gidiyorum,
nefesim son bakışında kalıyor,
yokluk deryasında boğuluyorum.
kirpiklerim tutamıyor selimi,
akıyor yollarıma kalbimin dili,
gidiyorum kaç gün kaç gece?
kan akmaz, yara bere içinde sinem....
yıldızlar mehtabın hediyesiydi, yüzüne.
ben'lerin yüzünün yıldızıydı,,,
'sayma ben'lerimi, çoğalıyor'derdin....
biri vardı titrek parlardı,
işte onunla on dört derdi....
ayın ondördü....
unutmadım, hasretin unutturmadı,
yolcu arttı mı yıldızların,
yüzün daha mı aydınlık şimdi?
gece zifiri, sen leyalden esmerdin....
ne kadar baktıysam, aydı yüzün,
ne kadar baktıysam hilal....
çok özledim yolcu yüzün görmeyi,
çünkü hilalde bana küstü....
trenler geçiyor soğuk ve küskün sesiyle,
vapurlar hıçkırığa boğuluyor...
herşey ağlıyor, herşey, istanbul bile...
uçurtmalar uçuyor göğüne doğru,
martılar bana kızgın,
güneş kırgın bakmaz yüzüme,
bulutları takmış peşime....
esmer yüzün boyadı gözyaşımı zifire,,,
sen gittin karanlık bana küstü....
gülüşleri bıraktım ayrıldığımız yerde,
ben gideli tebessüm yüzüme küstü....
seni hatırlatacak ne kaldı bana?
barış bana küstü, ben 'bana' küstü:'(
BU TÜRKÜYÜ BUSE GİBİ BIRAKTIN YÜREĞİME
'İŞTE GİDİYORUM ÇEŞM-İ SİYAHIM'
ÖPTÜKÇE AĞITLAR YAKARSIN KEM TALİHİME....
'İŞTE GİDİYORUM ÇEŞM-İ SİYAHIM'
Fatma Sancak
Nasılım anladın mı?
Dün gece başımı yastığa koyunca
Seni hatırladım Nazlıcan!
Çınar yapraklarının gölgesi,
Salınıyordu duvarımda…
Perdelerim rüzgâra işveleniyordu.
Sarhoş adamlar,
Devranın çarkına küfrediyordu!
Polis otosundan
Can sıkan telsiz sesleri geliyordu.
Radyomda içli bir keman,
Tüm hoyratlıklara rağmen,
İçli içli ağlıyordu…
Gecenin göbeğiydi Nazlıcan!
Uyku aşkın kemendiyle bağlıydı,
Üçüncü yön bulamadım dönecek!
Sesi kulağımda yankılanıyordu,
Artık onu seviyordu Nazlıcan!
Lambayı yağlı urgan görüyordu,
Kan çanağı gözlerim!
Diş ağrısı gibiydi, beynimi kemiriyordu!
Ölümü arzuladığın oldu mu Nazlıcan,
Yaşamak için sebeplerin anlamını yitirdiğinde?
Havasını ilaç bildiğin bir şehri,
Terk etmek istedin mi hiç?
Nasılım anladın mı Nazlıcan?
8 Haziran 2006
Fatma Sancak
Aşkın anne kucağı…
Somalili bir çocuğun,
Bakışına sürüldü gözlerim,
En son babam öldüğünde,
Ağlamıştım insan içinde…
Sonra yastıklarım kabardı,
Gözyaşım aktı da geceye…
Ağır bir yetimlik üzerimde,
Ellerim tutunamaz ışıklı hayatlara…
Köhne odalarda büyüttüm acılarımı,
Körpecikti evvel,
Büyüyüp serpildi yalnızlığım!
Dünya güzeli bir kız şimdi,
Ayrılamıyorum, evlat gibi içimde…
Düşlerim hep aynıdır, her gece.
Dikenleri yapraklarından büyük,
Gülleri avuçlarım…
Sonra kan revan içinde,
Geceye uyanırım…
Yutkunamam, kan boğazıma tıkanır…
Annemin dizlerine kapanırım!
Annem, yılları yüzünden akan nehir!
En derin oyukları saklar acılardan…
Yük etmek istemem dermansız başımı,
Dizlerine bırakamam ağırlığımı…
Okşar başımı yılların eskittiği eliyle…
Ayaklanır tüm yetim duygularım!
Aşkı annemin kucağına bırakmak isterim!
Olgun, güngörmüş, halden anlayan,
Acımı acıtmaktan korkan kucağa…
Kederlenir annemin külyutmaz kucağı,
Milyon kere yanan yüreğime çare arar,
Milyon kere sorar dudağım,
Ben acıya saklanırım…
Kasım–2006
Fatma sancak
Aşkın bana çok yakışıyor…
senin sözlerinle duymak hayatı...
damlaların en kurak yerime yağması gibi...
ağzı kelimelerle dolu çocukların,
iştahla bahsetmesi oyunlardan...
dinlemeyi çok seviyorum seni,
içimdeki hayranlık yumağı
büyüyor her gün...
gözlerin irileşiyor önce,
ve dudakların ihtişamlı kıvrımdan dönüyor...
ellerimde yoğuruyorum besili bir hayatı,
hayat bana varlığının kıyısından
gururla gülümsüyor...
sevgili!
ıhlamur mevsimi, akşam saati...
zamanı siliyor parlak gözlerin,
takvimler pırıl pırıl parlıyor...
her sayfasında bir mevsim notu,
her sayfasında ismin aşkla anılıyor...
sevgili,
bir bilsen;
aşkın bana ne çok yakışıyor...
...........
Fatma sancak
Geçenler ve Kalanlar
'neler geçmiyor ki,
geçer...'
haklısın!
neler geçmiyor ki?
neler...?
arkamdan yürüyen et yığınları,
önüme 'geçiyor' koşar adımla...
kızgınlıklar özleme kapılınca,
'geçiyor' kendinden...
zaman geliyor gülümsemem 'geçiyor',
zaman geliyor,
hiç gülemeyeceğim sanıyorum,
ama 'geçiyor'...
sol yanımda bağlamanın telleri,
eşkin adımlarla
hüzün makamında 'geçiyor'...
sıradağlar şehirleri esir alırken,
yollar parmaklıkların arasından 'geçiyor'...
öfkeden çıldıran denizler bile,
rüzgarını yitirince
süt limana dönüyor,
'geçiyor' yani...
neler 'geçmiyor' ki?
baban ölüyor,
kalan ömrünce yetimsin mesela
yaşıyorsun herşeye rağmen,
zaman sonra yetimlik çocuksu kalıyor yanında...
'geçiyor'...
nasıl bir tesellidir bu?
'acil kanamalı bir hasta gibi
yüreğimi taşıyacağım yol boyunca,
ya da taşıyamayacağım' diyorum!
'geçer' diyorsun!
'geçmiyor' sevgili!
düşün kurşunun delemediğini,
ağrılarımın, hasretlerimin ne kadar sağlam,
ne kadar kurşun 'geçirmez' olduğunu...
'geçmiyor' sevgili...
sen son sürat hayatımdan 'geçiyorsun'!
ve hayatımın yolları sonsuz...
sana doğuştan ertelenmiş bir koşturmanın içinde,
'geçmek' bilmeyen bir zamanı kovalıyorum...
kalbim öylesine dar bir boğaz ki;
bu aşk buradan 'geçmiyor'...
bana çocuksu teselliler verme!
gözlerinden düştüm kalbimin üstüne...
kırıklar içinde kıvranıyorum...
eğer kalbimi öpersen bir gün,
'geçecek' sevgili...
öpmezsen kalacak ölümsüz bir uçurum…
Fatma sancak
züleyhâ'nın elinde ki elmayım'
gözlerin sır'at köpürüsü..
deliliğimi sınıyorum!
gözlerim kapalı geçeceğim üstünden,
düşersem aşkımdan kuduracak cehennem,
sarhoşlıktan kangren olan gözlerimi
kaybedeceğim geçersem...
hangi uzak şehre kaçsam;
yine kenan ilindeyim.
nasıl tırmansam hayata,
yine yusufun kuyuları...
ne kadar soysam yalnızlığımı,
züleyhâ'nın elindeki elmayım!
rüyalarımı kime yorumlatsam,
yedi yıl gözlerinin kuraklığında...
gönlünün sultanlığından sürüldüm sevgili,
bir ömür yokluğunun tahtındayım!
sahrayı ufalasam önünde,
yine kum tanesi, yine serâbındayım...
ne kadar içsem hayyam'ın kadehinden,
yine gözlerinin kadehine müptelâyım!
zerdüşün ateşidir gözlerin,
ne kadar bana yanmasa da,
ben 'ateşine yazgılı pervaneyim'...
hangi diyara gitsen sevgili,
adım adım peşindedir hayatımın anlamı,
cabilka'dan cabilsa'ya
tüm yolları deneyecek 'varma'nın adı...
'mim, vâv, lâm'
sırları isminde taşıyan kelam!
mihrâbımda salınacak tek hecem!
gözbebeğimdeki noktadan,
yedi kat kainata yayılacak emârem! ,
sen onu sev ben seni...
bakalım kim daha çok deşecek,
yüreğindeki membâdan aşk iksirini...?
kim Kaf dağına talip,
kim daha cesur?
insan içine çıkamayan hayatta,
kim daha uzun yaşayacak
aşk illetiyle?
sana meydan okuyorum sevgili,
aşkıma rağmen!
ya yaşatarak öldür,
ya öldürerek yaşat beni...
üçüncü bir ihtimal olmayacak!
.........
Fatma sancak
“bahaneymiş”
....................
sol bahçemizin rengarenk çiçekleri,
hazana değmeden koşarken, içtendi...
sessizdi ayak sesleri,
değmezdi toprağa düşmeden...
varlık yokluk meselesi değildi aslında...
o yokken de ben vardım,
o varken,
varlığımın farkına vardım!
varlığı varlığıma bahane değildi,
o soldan ağırca yükleniyordu...
tek bahanem,
madem aşık oldum;
gözleri neden bu kadar güzel,
neden ağlamama bahane oluyordu?
Fatma sancak
Gözlerin işkence aletlerin
kadavram suçlarınla dolu!
her organımda bir fırtınanın sonu!
cesetimi takip et geceleri,
öpecek gözlerinin değdiği yerleri...
çıkar gözlerinde sakladığın
işkence aletlerini!
zifiri karanlık, soğuk hücremde
her gece yarı ölü bıraktın beni...
günleri sakladım gözlerimdeki,
derin yanık izlerini...
ve meşin kırbaçla,
ruhumda kanattığın yerleri...
saklanman nafile, kaçma boşuna!
kadavram ele verecek seni.
mezarımda çiyanlar korkacak,
yılanlar kaçacak yaralarımdan,
cehennem yakmaktan hicap edecek,
cennet ağlayacak mahsunluğuma...
çıkar gözlerinde sakladığın,
işkence aletlerini sevgili...!
çiyanlar, zebaniler, yılanlar...
senden acımasızlığın tarifini alacak!
Fatma sancak
ölüm koleksiyoncusu....
içimde devirdin göğün direklerini!
kurgusu, ucube varlığınla sabit,
dört işlem, yüzlerce formül...
gözlerinin kotardığı matematik,
binlerce bilinmezliği barındıran denklem!
şimdi hesapların savaşından kaçıyorum!
ceplerimde kanlı sargılar,
kırık kılıç ve gevşemiş yaylar....
bana bir zafer borçlusun sevgili!
yağmaladığın,
gözlerinden sürdüğün,
şafağını kaptırmış zengin günlerin ardından;
kaçarken yakalamış kürek mahkumuyum!
her kaçışta kalbime attığın çentiğin,
kanattığı kalbimi tuzlu suyla
yara sarma kaygılarım var imkansızlıktan!
bana bir zafer borçlusun sevgili!
boğazıma dayanmış ucu paslı kör bıçakla,
yenilgiyle yaşamanın kahpeliğini taşıyorum sırtımda...
tüm ölümleri topluyorum bedenime…
ben bir ölüm koleksiyoncusuyum!
diğerleri dünyaya miras kalacak,
en acımasız olanıyla kaçacağım sürgünden!
beni gözlerimden gözlerine çivile!
akan kan,
mutluluğumun resmi olacak!
Fatma sancak
son resmin
Bu gece resmine bakmadım!
Unuttuğumdan değil bilirsin!
Her gece ezberimi tazeliyorum,
Her gün aşkını doğuruyor,
Dalından yeni kopmuş tazelik gibi
Her gün yüzüne aşeriyorum…
Bu gece çekilmemiş resmine bakacağım.
Hani gözlerinle uzaklara huzur dağıtıyorsun,
Hani gülüşünde çingenelerin umursamaz neşesi…
Hani sağ yanağın daha güleç solundan,
Hani gamzeler yüzüne dokunmak için
Yerlerinden göç etmiş...
Hani kirpiklerinde saklanan kırlangıçlar…
Hani violin kaşlarına günlerce beste yapmış…
Hani elmacık kemiklerinde güneşlenen
Atlas okyanusunun en güzel denizkızları…
Ve burnundan yaratılmış zarif güvercin…
Hani saçların geceyi yakan zifir…
Hatırladın mı o resmi?
Sen pencereden bakarken çektim gözlerimle…
Ama kimseye gösteremiyorum…
Kâğıtları yaktı o halin!
Bu gece o resme bakmayı deniyorum…
Gözlerimde yangınvâri bir telaş,
Düşlerimi küle çeviriyorum…
O gece bir kez bakabilmiştim,
Şimdi tekrar bakmaya cesaret edemiyorum…
fatma sancak
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 5 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
|
|
|